Bu etap Türkiye’de geçtiğinden hızlı geçiyorum . Akşam İskenderun’da konakladık .Güzel bir yemeğin ardından ertesi güne dinç hazır olmak için hemen yattık. Eşim Aylin için günün engüzel jesti gelen kahvesi oldu.
İkinci gün sabah saat 7 de kalkıp kahvaltı sonrası motorlarımızı bıraktığımız garajda hafiften yıkayıp hemen Cilvegözü sınır kapısına doğru yola koyulduk. Sınırda dizi dizi tırlar
Sınır kapısında işlemlerimizi hemen kısa süre içinde hallettik Bunlar :150 tl triptik , kişi başı 15 tl yurt dışı harcı ve postaneden bir miktar Suriye parası aldık Sonra Suriye gümrüğüne gittik . Orada 40 dolar para bozduruyorsunuz ve tüm masrafınız bu para rüşvetler dahil. İşlemler düzensiz , ne yapacağınızı bilmeden dolanıyorsunuz. Sinirler burada bozulmaya başlıyor zaten .Son olarakta bütün onaylar alınmış işlemler birmiş bizde çıkışta oh bitti derken tekrardan pasaportlar kontrol ediliyor.
Nihayet bu işler bittikten sonra Halep’e doğru yola çıkıyoruz . Halep girişi ve çıkışı kolay bir şehir.4 milyon nüfusu ile Suriye’nin ikinci büyük ve tarihin en eski şehirlerinden biri.Osmanlı döneminden kalan çarşı,pazar,han ve bedestenleri ile ünlü şehir İstanbul,Bursa ve Gaziantep’e çok benzemekte. Halep’in bir diğer özelliğide ürettiği ipek, sabun ve Halep’te yetişen fıstıklarla yapılan muhteşem tatlıları.Tatlılar ile ilgili önemli bir bilgi; 6 ay kadar bozulmadan dayanabiliyormuş Rahatça kaleyi buluyoruz ve oradaki turizm polisine motorları emanet edip başlıyoruz gezmeye. Önce kale Giriş kişi başı 150 suri (1 dolar 45 suri) Kale şehirden 50 m yükseklikte
Nedense Motorların başında polis olmasına rağmen yinede güvenemedim. Aldım kaskı-montu elime Kaleden görüntüler
Kale içi panoramik görüntü
Sorasında kapalı çarşıyı geziyoruz . Halep kapalı çarşısı 15.YY da yapılmış ve uzunluğu 10 km olan sokakları ile Ortadoğu’nun en uzun çarşısı olma özelliğinide taşıyor. Hemen yanımıza düzgün Türkçe konuşan bir çocuk geldi ve gezdirebileceğini söyleyince hemen kabul ettik .Günlerden cuma olduğundan çoğu dükkan kapalı. Bizi güzel bir lokantaya götürüyor. Hakikaten yol boyunca yediğimiz en nefis yemekleri yedik.
Zekeriya a.s. Camii(Umeyyed Camii) şehrin en eski ve en ünlü camisi.Şehir merkezindeki camide uzun süredir restorasyon çalışmaları yapılmaktaymış.Burayada girişte bayanlar gri renkli örtülere giyiyorlar kaleden görünüm
içeriden görünüm
Halep camisinin minaresi. 45 metreymiş
Çocuklar her yerde çocuk
İçerideki türbede kadınlar ve erkekler için dua okuma yeri ayrılmış
Ahşap oyma ve geçme işçiliği
sokaklardan görünüm
ender açık dükkanlardan
Dışarıdaki modern camiiler
Halep çarşı sokaklarında dolaşıp fazla zaman kaybetmeden yola çıkmak istedik. Doğruca Hama’ya doğru gittik. Doğu dillerinde “kale” anlamına gelen ve içinden Asi Nehri gecen Hama.. Asi Nehri üzerindeki su dolaplarından ötürü Medinetün Nevair(su dolabı şehri) de denilen Hama,Coğrafyacı Ebu’l Feda’nında şehri.Hava çok sıcak olamasına karşın Asi nehrinin serinliği hemen değirmen başında fark ediliyordu. Günlerden cuma olması dolayısı ile çok kalabalıktı. Yollarda her gölge yer piknikçiler tarafından tutulmuştu. Buradan birkaç fotoğraf alıp gösterilen aşırı ilgiden dolayı Palmyra ya doğru hemen yola çıktık.
Amaç gün batımını yakalamak. Zennube’nin yada Zenobia nın şehrinde gün batımı başka bir güzel.

Gecesi
Burada Allgeau - Orient Rallisine denk geldik. Geleneksel ralli hakkında şöyle bir bulduk: “Dünyanın en eğlenceli otomobil yarışı 29 nisan 2010 tahinde başlıyor.. 2006 yılından beri her yıl düzenlenen rallide, bu yıl Türk takımıda bulunuyor.Almanya'nın allgeau şehrinden başlayıp Ürdün'ün başkenti amman'da sona ericek. Rallinin parkuru ise şöyle; Almanya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bosna, Kosava, Arnavutluk, Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan, TÜRKİYE, Suriye ve Ürdün.” 

Palmyra çölün ortasında bizim Efes harabelerimize benzeyen,dev sütunlardan ve antik kalıntılardan oluşan bir şehir.Şehirin kuruluşunun 19.YY dayandığı düşünülüyor. Zenobia’ya ve Palmyra beraber anılıyor.Bu güzel çöl kraliçesinin hikayesini bilmeden Palmyra’yı anlamak pek mümkün değil…Bu yüzden ben öncelikle internette bulduğum ve çöl kraliçesi Zenobia ile Palmyra’nın efsaneleşmiş hikayesi Palmira şehrinin kraliçesi Zenobia. Selahattin Eyyubi ile birlikte Suriye topraklarının en önemli iki isminden biri. Zenobia nın babası Roma vatandaşı da olan bir Bedevi soylusu ve Palmiralı bir senatör. Annesi doğumda ölen Zenobia nın eğitimine çok önem veriyor. Mısır dilini, Yunancayı, Aramiceyi ve Latinceyi konuşabilen Zenobia, tarihe çok meraklı, Homer ve Plato yu okuyor. Kervanlarla bölgedeki diğer yerlere seyahate çıkıyor. İçki içmeyi seven, avlanmaktan çok keyif alan ,güzel akıllı ve çok çekici bir kadın. 258 yılında, 20 yaşına geldiğinde Palmiranın kralı 60 yaşındaki Septimus Odaenathus ile evlenir. Romalılardan nefret eden Zenobia bu evliliği iktidara ulaşmada bir amaç olarak görmektedir. Odaennathus un ikinci evliliğidir. Tahtın varisi ise kralın ilk evliliğinden olan oğlu Hairan. 266 da Zenobia nın kendi oğlu doğar, Adı Tanrıçanın armağanı anlamına gelen Vaballathus tur. Bir yıl sonra 267 de hem kral hemde oğlu suikaste uğrarlar. Bu ölümlerden Zenobia ne kadar sorumludur çok bilinmez. Oğlu kral ilan edilir ancak henüz çok küçük olduğu için Zenobia onun adına yönetimi eline alır. Kocası hayattayken meclis toplantılarına katılarak, hatta hasta olduğu zamanlarda onun adına meclisi bizzat yöneterek siyaseti öğrenmiştir. Bu sırada Romalılar zor durumdadır. Gotların kuşatması ellerini kollarını bağlamış durumdadır. Bu fırsattan yararlanan Zenobia Doğu Roma imparatorluğunu Sasanilerden korumak adına yeni bölgelerin işgaline başlar. Çok iyi bir binici ve ordusundaki askerlerle beraber, gerektiğinde 5-6 kilometreyi sorunsuzca yürüdüğü yazılmıştır. Ankara, Kadıköy, Filistin ve Lübnan a kadar gider. Antakya yı işgal ettiğinde Roma ya burayı senin adına işgal ettim diye mesaj yollar. Daha sonra İskenderiyeyi de alır ve burada affedilmez olanı yaparak kendi ve oğlu adına para bastırır. Bu Romaya karşı başkaldırının tam adıdır. Bir süre sonra Roma ya tahıl sevkiyatını da durduracaktır. Amacı Romayı yıkıp, iktidarı Palmira ya taşımaktır. Tam da bu sırada, hep söylendiği gibi kaderin bir cilvesi olarak Gotlar Roma kuşatmasını kaldırırlar. Bunu duyan Zenobia Roma ya bağlılık mesajını gönderir ama artık Roma ona güvenmemektedir. Roma imparatoru Aurelian yüzbin kişilik bir ordu toplayarak Palmiraya hareket eder, Zenobia onu Anadolu da beklemektedir ancak kendi ordusu yirmibin kişiliktir. Zenobia geri çekilmek zorunda kalır. Nihayet Roma Palmirayı kuşatır, ancak Kraliçe gerekli hazırlıkları yapmıştır. Her gece şehrin meydanlarında ziyafetler verip, eğlenceler düzenlemekte adeta Romalılar la eğlenmektedir. Ancak Romalıların çevredeki Bedevilerle işbirliğine gitmesi Zenobia nın planlarını bozar. Bir gece gizlice bir deve sırtında şehirden ayrılarak eski düşmanı Sasaniler le anlaşmak üzere yola düşer, ancak Fırat nehri kıyılarında yakalanır. Tüm gururuna karşın şehrini kurtarmak adına Roma imparatoru önünde diz çöker, kendisinin değil ama Palmira nın bağışlanmasını ister. Çok sevdiği şehrinin yıkılıp yağmalanması en büyük korkusudur. Aurelian onun bu isteğini kabul eder, oğlu ile birlikte esir alınarak Roma ya doğru yola çıkartılır. İstanbul boğazını geçerken oğlu öldürülür. 274 yılında altın zincirlere vurulmuş olarak Roma da ortaya çıkacaktır. Onun güzelliğinden ve zekasından çok etkilenen Aurelian ona Tivoli yakınlarında bir villa verir. Zenobia nın bundan sonraki hayatı için iki farklı hikaye var. İlki hikayeye göre; Zenobia Romalı bir yönetici ve senatör ile evlenerek, büyük bir lüks içinde yaşamış, Roma aristokrasisi içinde bir filozof ve sanatçıların koruyucusu olarak hayatını sürdürmüştür. Bu evliliğinden kızları olduğu ve onların da önemli Romalı asillerle evlendiği söylenir. İkinci hikaye ise bir süre imparatorun metresi olmak zorunda kalan Zenobia nın, Aurelian ın yeni bir Sasani seferine çıktığı sırada Trakya da suikaste gitmesinden sorumlu olduğu, ve bunun ardından da intihar ettiğidir. Palmira da ise, Zenobia ayrıldıktan sonra bir ayaklanma ortaya çıkar. Daha önce şehri affetmiş olan imparator bu kez acımasız davranır ve Roma ordusu geri gelerek Zenobia nın sevgili şehrini yıkıp yağmalar ve büyük ölçüde harabeye çevirir. Sabahleyin 7’de kalkıp daha uyanmamış olan otelciyi uyandırıp kötü bir kahvaltı yapıyoruz. Tekrar harebelere gittik.
Burada birkaç fotoğraf çekip çevredeki muz ve zeytin ağaçlarının içlerine daldık Bütün araziler etrafını çevirmişler.
Saat 10 na doğru yönümüzü Malula’ya doğru çevirdik. Bundan 5 sene önce giden bir dostum ol üstünde 2 tane Bağdat cafe var derken şimdilerde 3 tane Bağdat kafe olmuş .Birincisinde mola verip dinleniyoruz.
Malula Şam'a 56 km mesafede bulunan,bir dağın eteklerine kurulmuş Hıristiyan köyü Malula' .Dağın tepesinde duran Meryem Ana heykeli ise Malula'ya varır varmaz ilk dikkatinizi çelkecek.Malula'da Arapça'nın dışında Hz.İsa'nın yaşadığı yıllarda Suriye'de ve Filistin'de konuşulan ve bu gün tamamen unutulmanın sınırına gelmiş Aramice isimli antik bir dil konuşulmakta.Kilisedeki din görevlisinin verdiği bilgiye göreyse bu dil şu anda sadece Suriye'de 3 köyde konuşulmakta
Malula'nın eteklerine kurulmuş olduğu dağın tepesindeki Meryem Ana heykeli dikkat çekiyor. Dünyanın en eski manastırlarından Takla manastırında hala Hz. İsa'nın da kullandığı dil olan Aramice ayin yapılıyor. Daha sonra Hıristiyan inancına göre Azize Takla'yı korumak için Allah tarafından açıldığına inanılan dağların arasındaki yolda yürüyerek tepeye vardık. . Malula gezisinin ardından yolumuza devam ediyor Şam’a gidiyoruz. Şam’a girişte google earth de çizdiğim rota çok işimize yarıyor. İstediğimiz tere hemen varıyoruz. Fakat benim işaretlediğim oteller ya dolu yada fiyatları internette gördüğümüzden çok pahalı yada bize öyle söylüyorlar. Böylece otel aramaya başlıyoruz . yaklaşık 1 saatlik bir aramanın ardından. Merkezde heryere yakın Şam polis merkezinin yanında vasat bir otel bulduk. İki gün buradayız. Ardından geçen 3 günün ardından hem dinlenmek hem de Suriyenin göz bebeği olan başkentlerini iyi gezmek istiyoruz. Odalarımıza çekiliyor.2 saat kadar dinlenip başlıyoruz gezimize Ama önce balkondan görünmesi için motorları daha güvenli bir yere park ettik
Hamidiye Çarşısı.1863 yılında Osmanlı Padişahlarından Sultan Abdulhamit Han tarafından yaptırılan çarşı,İstanbul’daki Kapalı Çarşı’yı andırıyor ve Kapalı Çarşıda olduğu gibi genel olarak turistik eşya satışı yapan dükkanlar yer alıyor

Akşam eski şam evi restoranına gittik. Ortam mükemmel ama yemekler hiçte öyle değil.
Dahasonra kahve bahçesine gidiyoruz Ve şimdiye kadar yediğimiz en büyük kazık 3 kahve 1200 suri ye yaklaşık 30 dolar Malesef suriyede her yerde bu var .Yolunmuş kaz gibi hissettim kendimi
Otele dönmeden önce Osmanlıdan kalma tarihi tren istasyonunu gece Fotoğraflamak istedik Hicaz Demiryolu Projesi'ni ilk olarak Osmanlı Padişahı 2.Abdulhamid ortaya atar.Hicaz Demiryolu İradesi'ni 2 Mayıs 1900 tarihinde yayınlar ve yapımına 1 Eylül 1900 da başlanır.Bu proje Bağdat demiryolu hattının devamıdır ve 2 demiryolu birleşince İstanbul,Şam üzerinden kutsal Mekke ve Medine'ye bağlanacaktır.O dönemdeki hesaplara göre İstanbul'dan Mekkeye ulaşım 120 saatte gerçekleşecekti.Bu projenin bir diğer amacınında Yemen ve Hicaz'da Osmanlı'yı güçlendirmek,Mısır'da Osmanlı nüfusunu arttırmak ve askerleri bu bölgelere güvenli bir şekilde sevketmek olduğu söylenmektedir.
Ertesi sabah ilk işimiz kahvaltı yapıp doğruca Türk konsolosluğuna gidip 6 ay vizesi kalan pasaport süresini buradaki konsoloslukta uzatmak istiyoruz . Sebebide vatandaşına dünyanın en pahalı pasaportunu veren ülkemizin( 5 yıllıkvize yaklaşık 650 tl kadar) yurt dışındaki konsolosluklarda bu miktar 88 sterlin olması. Fakat islemleri 1 ay sürüyor size ancak 6 ay uzatırız diye zorluk çıkarması üzerine hayal kırıklığına uğruyoruz. Ama internetteki bilgiler farklı söylüyordu. (bkz. http://www.turkishconsulate.org.uk/tr/pasaport_faq.htm ) Günün geri kalanında Önce Emevi camiini sonrada Şam sokaklarında rahat rahat gezdik. 7000 m2 lik bir alanı kaplayan Emevi Camisi bu alanda ayrıca Selahaddin Eyyübi türbesi,Hz.Hüseyin'in kızı Seyyide Rukiye Camisini,Türk şehitliğini ve turistik eşya satan bir çok dükkanı barındırıyor. 705 yılında Emevi Halifesi Velid bin Abdülmelik tarafından camiye çevrilen ve Müslümanlar tarafından kıyamete yakın Hz.İsa'nın yeryüzüne ineceğine inananılan "Ak Minare" bu camiye ait. Camide ayrıca Hz.Yahya Peygamberin kabri ile Hz.Hüseyin'in Kerbela'da Yezid'in adamları tarafından kesilen ve Şam'a getirilen mübarek başlarının defnedildiği ve ziyaret edildiği bölüm bulunmakta
İlk Türk pilot Şehitlerimiz
Buradan Sülemaniye külliyesine gidiyoruz
Cam atölyesi
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=EclJLspT0qc&hl=en&fs=1]
Çiçek fuarı varmış
Şamın eski sokaklarını gezdik

Sabah erkenden kalkarak Ürdüne doğru yol aldık. Şamdan ayrılmadan önce Son padişah Vahtetdinin mezarına gitmek istedik .Fakat çizdiğim rota üzerindeki yol çalışmaları ve ara sokaklardanda ulaşma denemeleri başarısızlıkla sonlanınca vaz geçtik. Ürdün Suriye sınırında suriye tarafında hoş olmayan can sıkıcı işlemler ve sonrasında Ürdüne geçip doğruca Jerah’a doğru gidiyoruz . Öğleye doğru Jerah a vardık. Hava sıcak ve tozlu şiddetli rüzgar yok ama her yer toz içinde .Vakit kaybetmeden başlıyoruz gezimize. Roma imparatorluğu'nun doğu eyaletleri içerisindeki en önemli kentlerden biri olan Jerash, imparator Trajan zamanında inşa edilen "Via Nova Trajana" yolu üzerinde bulunmaktadır. Ortadoğu'nun en iyi korunmuş ören yerlerinden biri olarak kabul edilen ve 800.000 m2'|ik.geniş bir alana yayılan Jerash'ta, bir Roma kentinde olması gereken tüm ana yapılar mevcuttur. Ancak adına Oval Plaza da denen ve ilginç bir mimariye sahip olan Forum alanı oldukça dikkat çekicidir, M.S, 1 yüzyılda oluşturulan Decapolis (On Şehir) Konfederasyonu'nun önemli bir üyesi olan Jerash, imparator Hadrian tarafından 129 yılında ziyaret edilmiş ve kent halkı bu ziyaret onuruna kendisine anıtsal bir kapı ithaf etmiştir. Bizans döneminde hristiyanlık bölgede hızla yayılmış ve sadece imparator Justinian zamanında kentte yedi kilise inşa edilmiştir, M.S. 614'teki Sasani istilasından sonra kent. Haçlılar, Eyyübiler, Memluklar ve Osmanlılar tarafından da iskan edildikten sonra eski önemini tamamen kaybetmiştir, Önce güney kapısında giriyoruz .MS 130 yapıldığı tahmin ediliyor
buradan Oval plazaya açılıyor
İki oturma bölümünden oluşan Güney Tiyatro'nün üst sıraları kısmen tahrip olmuşsa da en üst sıradan Jerash kentinin panoramik manzarası görülmeye değerdir Zaman zaman gösteriler oluyor
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=4E7SPQtI8C4&hl=en&fs=1] Kazısı devam eden Cardo maximus
Artemis Tapmağı'nın 11 adet korint başlıklı sütunu tam 1858 senedir yıkılmadan ayakta durmaktadır
Propylaeum
Kuzey kapısı
NYMPHAEUM(çeşme Binası)
Cardo maximus
Hadrian Kapısı'nın hemen arkasında yer alan ve Roma döneminde at yarışları, atletizm oyunları ve gladyatör dövüşleri için kullanılan Hipodrom (244 m.x 52 m.) boyutlarındadır. Yapılış tarihi M.S 1. ve 3.yüzyıl arasında olduğu tahmin edilen Jerash Hipodromu'nun seyirci kapasitesi yaklaşık 15.000 kişidir. Jerosh Hipodromumun M.S. 7. yüzyılda Sasani'ler tarafından polo oyunları için de kullanıldığı bilinmektedir.
İmparator Hadrian'ın Jerash'ı ziyareti anısına MS. 129 yapılan Zafer Takı (Triumphal Arch) Hadrian anısına yapılan benzer anıtsal kapılar Anadolu'da da bulunmakta olup en bilineni Antalya Hadrian Kapısıdır
havanın sıcak olması sebebiyle malesef görmeyi unuttuğumuz bir yer vardı Church of St.Cosmos and St.Damian Jerash'ta bulunan 15 kiliseden en iyi korunmuş olanıdır. M 5.533'te inşa edilen bu kilise, Kilikya(Ayaş)'da M.S.287'de öldürülen doktor kardeşler. Cosmos ve Damian'a ithaf edilmiştir. St.Luke dan sonra<I> </I>doktorların koruyucu azizleri olarak kabul edilen bu ikiz kardeşlerin en ünlü işleri birçok resimde de yer alan Etiyopya'lı bir hastaya yaptıkları bacak naklidir Foto. internetten alıntıdır
Modoba archaeological Pork, St.fieroge Kilisesi'mn yakınlarında olup 1990'larda ziyarete oçılmısttır. Müze Pork'ın içinden geçen dogu-batı Roma Caddesi oldukla iyi korunmuş olup caddenin İki yanında 6.yüzyıla ait Virgin Mary ve Prophet Elias Kiliseleri mevcuttur. Parktaki en önemli mozaik, 5.yüzyılda yapılmış olan ve Hippolytus Hail denen bölümde sergilenmektedir
Madaba yakınlarındaki Mount Nebo tepesi. Eski Ahit'in beşinci kitabı olan (Deuteronomy) Tesniye'ye göre Hz.Musa'nın kırk sene sûren büyük yolculuğu sonunda (Promised Land)-Vadedilmiş Topraklar'ı . gördüğü yerdir. Bu kutsal tepe aynı zamanda Hz.Musa'nın Öldüğü yer olarak da kabul edilmektedir Hz.Musa dan yüz sene süren esaretten sonra îsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarmış ve Eski Ahit'in İkinci kitabı olan (Exodus) anlatıldığı üzere kırk sene sûren yolculuktan sonra halkına Vadedilmiş Topraklar'ı işaret etmiştir. Mt. Nebo da bulunan ve Moses Memorial Church olanak bilinen kilisenin ilk olarak M S 4.yüzyılda yapıldığını , M.S. 6 yüzyılda bir manastıra çevrildiğini biliyoruz 1930 da Franciscan Brothers (Fransisken) mezhebine ait rahipler tarafından satın alınan kilise restore edilmiş durumda. 16.Mart 2000 de Papa II. John Paul ün de ziyaret ettiği Mount Ne bo, Ürdün'ün en kutsal bölgelerinin başında gelmektedi Tabiiki biz gitiğimizde restrasyon çalışmalarından dolayı kiliseyi göremedik sadece çıkartılan mozaikler sergileniyordu.
Kum fırtınasından dolayı buradaki güzel manzarayıda göremedik
İtalyan sanatç, Giovanni Fantoni tarafından yapılan bu anıt Hz.Musa'nın bronz yılanı ve Hz.Isa'nın çarmıha gerildiği haçı sembolize etmektedir
Buradaki işimiz bittiğinde Kral yoluna saparak 80 km ilerledik Sonrasında Petra’ya geç kalmamak için otobandan devam ettik. saat 10 sularında petra gate otele yerleştik.Sabah erkenden kalkmak ve dinlenmek için bir şeyler atıştırıp odalarımıza çekildik.
1200 metre uzunluğundaki Al Siq dovorlonnin yüksekliği 91 m Ile 182 m orasında değişmekte ekip kanyonun en dar yeri 3 m genişliğindedir
Hazine binasının M.Ö.86 vö M.5. 25 yıllan arasındaki bir dönemde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ortadaki Tholos Afrodit ve Isisle ile ilişkendirilenen tanrıça Al Uzza’ nin yüksek kabartması mevcuttur. Tanrıça Al Uzza va tanrı Busshara Petra nm en önemli tanrılarıdır Soldan üçüncü sütun tamir görmüş yerine yerleştirilmiştir. Sag ve soldaki atlı figürler, Zeus ve Leda'nın ika oğulları Cistor ve Pollue oldukları tahmin edilmektedir.
Petra'mn en güzel yapılarından olan Urn Tomb'un alt katındaki mermerli bölümler bir donem hapishane olarak kullanıldığından yerel halk tarafından Al Mahkama olarak da adlandırılmaktadır. Urn Tomb un Nebaten krallarından Malcnus II veya Arefoi IV ait olduğu sanılmaktadır Ayrıca yapının M.S 447'de Piskopos Jason tarafından kiliseye çevrildiğine dair yazıt yan duvarda görülebilmektedir
CORINTHIAN TOMB Kraliyet Mezarları arasında en yıpranmış olanıdır, ikinci kottaki kırık alınlık ve tholos yapısıyla Al khazne yi andırmaktadır Adını korint başlıklı sütunlardan alan mezar, Sütunlu Cadde (Colonnade) ile aynı eksende olmasından ötürü çok önemli bir şahsiyete ait olmalıdır
Üzerindeki Latince yazıttan da anlaşıldığı gibi bu mezar Arabia Provınce'in Roma valisi Sextus Fiorenti nu s için oğlu tarafından M 5.130 yapılmıştırSextus Florentinus Mezarı, üzerinde yozit olan ender yapılardandır.
Günümüzde kullanılan Arapça'nın da kökeni olduğu kabul edilen Nabataean (Nabatt) yazısının Kuzey Sami dillerinden olan Aramice'den türediği bilinmektedir. Bugün oldukça azsayıda rastladığımız örneklerden yola çıkarak Nabati Alfabesinin sağdan sola yazılan 22 tane ünsüz, noktasız ve bitişik harflerden oluştuğunu görmekteyiz. Byzantine Church yada Petra Church olarak da bilinen bu kilise 1990'da ortaya çıkarılmıştır.M.S.450'de doha önce aynı yerde bulunan bir nebati tapınağının üzerine inşa edilen kilisede yapılan kazılar sonucu çok önemli mozaik yer süslemeleri bulunmuştur. Baptistery (Vaftizhane) 1993 yılında sol opsidin dış kısmında yapılan kazılarda M S 7 yüzyıla ait 152 adet papirus yazma bulunmuştur American Center of Oriental Research (ACOR) tarafından halen incelenmekte olan belgeler Ürdün antik tarihinin şimdiye kadar ele geçen en kapsamı dokümanlarıdır
Qasr Al Bint (Kız Kalesi) - Bedeviler tarafından Qasr Al Bim Al Faraoun (firavun kızı Kalesi) olarak da adlandırılan M Ö 1.yy Tanrı Dusshara'yo adanmıştır. Qasp Al Bint yüzyıllardır kandi basino ayakta duran Patra'daki tek (free standing) yapıdır. Al Khazneh ve Great Temple'dan 4 m. daha geniş bir fasadı olan Qaxr AlBint'in yüksekliği 23 m dir Temenos'un orijinal tas döşemeleri ve altarın izlerini halen görmek mümkündür
Al Khazneh den daha büyük olan El deir M.S 40-70 orası veya daha sonra yapıldığı tahmin edilmektedir Geç dönemde manastır olarak da kullanılan yapının Deir adı buradan gelmektedir (DeyrulZafaran,Deyrulumur gibi) El Deir. Al hazneh'ye gore daha az süslüdür. Yüksekliği 40.2 metre olup eni 46,9 metredir İç mekan Al Khaznen de olduğu gibi son derece sade olup duvardaki bir haç figüründen doloyı manastır olarak da kullanıldığı düşünülmektedir Odanın boyutları 11.5 m x 10 m 'dir
Dönşte güzel manzaraların fotorafını çekerek indik
Aylini terlikleri koparmadan bu geziyi bitirdiği için tebrik ediyoruz Yorgun bir halde Petra’dönüp yemek yiyoruz . Hedef doğruca Musa kayası Ama öncesinde Motorları yıkadık :)
1947'de Qumron'da bulunan ve dinler tarihinin neredeyse yeniden yazılmasına sebep olan Olü Deniz Tomarları (Dead Sea Scrolls). Amman Ulusal Müze'de sergilenen Ölü Deniz Tomarları altı parçadır ve bakır levhalar üzerine yazılmıştır. Kağıt ve deri üzerine de yazılmış olan metinlerin toplamı yaklaşık 800 parçadan oluşmaktadır ve hemen hepsi Kudüs'teki "The Shrine Of The Book" müzesinde sergilenmektedir. Olü Deniz Tomarları. Musevilik ve Hristiyanlık tarihinin bugüne kadar bilinen en eski yazlı kaynaklardır
Temple of Herakles (Hercules) Amman Herköl Tapınağı M.S.162-İ66 yılları arasında İmparator Marcus A urei lus zamanında yaptırılmıştır.Ana tapınağın boyutları (31 m.X 26 m.) olup. Témenos alanı (122 m. X 72 m.) dir
Ziyaretimiz sonrasında Tekrar yola çıktık. Buşraya yanlışlıkla uğradık ama sıcak ve yorgunluktan fato.çekmeyi unutmuşuz .Dikkatimi çeken burada Suriyede gördüğüm ayakta kalan en iyi durumdaki yapıyı yani tiyatroydu. Yine fazla zaman kaybetmeden Hims e yola çıktık . Akşam simdiye kadar kaldığımız suriyedeki en iyi otelde kaldık Eski bir otel temiz, nezih, kahvaltısı en iyi şehir merkezinde ve içi çok ihtaşamlıydı.
Hims yada Hums Suriye’nin 3.büyük şehri..Turizm açısından pek çekici olmayan şehir daha çok endüstri merkezi olmasına rağmen önemli bir konuma ve yine önemli tarihi eserlere sahip. buradaki ziyaret edilecek yer Halid Bin Velid Camii Halid Bin Velid Hz.’leri yedinci hic’ri yılında Müslüman olmuş,Mute savaşındaki başarısından dolayı Hz. Muhammed tarafından Allah’ın kılıcı diye övülmüştür.Humus şehrini savaşmadan alan Halid Bin Velid Hz.’leri burada vefat etmiştir. Halid Bin Velid Camii’nde Halid Bin Velid Hz.’leri ile Hz. Ömer’in oğlu Hz. Ubeydullahın kabirleri bulunmakta
Sabah erkende kahvaltı yaparak Halid Bin Velid Camii ziyarette gitmek istedik ama nekadar polislere sorduysak da bize aptal ayağı yaparak yardımcı olmadılar .Sabah sabahta sokakta doğrudürüst insan yok.Bizde doğruca Krak des Chevaliers kalesine gittik. kale hakkında Humus kentinden yaklaşık 40 km batıda bulunan Hisn Kalesi (Krak des Chevaliers) , Suriye'deki en önemli Haçlı dönemi kalelerinden birisidir. Kalenin bugünkü adı, etrafında bulunan köyün adı olan El Hüsn'den geliyor. Nisan ve Ekim ayları arasında 09:00-18:00 arası açık olan kale, Kasım ve Mart ayları arasında 09:00-16:00 ziyarete açık. Kalenin içinde fotoğraf çekilmesine izin veriliyor; dinlenmek ve susuzluğunuzu gidermek için bir kahvehanesi de mevcut. Kalenin iki bölümü bulunuyor. 13 burcu olan bir dış ilk bölümü oluştururken, iç duvar ve iç kale ikinci bölümü oluşturuyor. Bu ikisini, içindeki suyla bir zamanlar atların sulandığı ya da banyoların doldurulduğu bir kale hendeği ayırıyor. Ancak şu anki hendekteki su durgun ve pis. 4 metre kalınlığında duvarın içinden geçen kapının oluşturduğu ana girişten geçip kaleyi savunan burçları geçtiğinizde avluya varıyorsunuz. Duvarları zarif oymalarla dolu bir koridoru geçtikten sonra içinde eski bir ocak, bir kuyu ve tuvaletlerin bulunduğu geniş ve kubbeli bir salona ulaşıyorsunuz. Avludaki küçük kilise Kale'nin Sultan Baybars tarafından alınmasından sonra camiye dönüştürülmüş. Caminin minberinde hala vaaz yerini görebiliyorsunuz. Prenses Kulesi'nin tepesinde bulunan kahvehanede muhteşem manzara eşliğinde dinlenebiliyorsunuz. Kale, kıyı bölgelerinden ülkenin iç kesimlerine kolay erişim sağlayan ve bölgenin önemli yollarından biri olan Humus Geçidi'ne hakim tepelerden birinin üzerine kurulmuş. Mısır Firavunu Ramses, bölgenin önemini anlamış olmalı ki, yakınlarında bulunan ve dünya tarihine ilk barış anlaşmasıyla geçen Kadeş'te Hitit ordusuna karşı savaşmış. Malta Şövalyeleri, kaleyi genişletme ve imar etme çalışmalarına 1170 yılında başlamışlar. Zamanının en son savunma yeniliklerine sahip olan kale, tepe eteğinde kazılan bir kale hendeğinin ayırdığı geçmeli iki duvar tarafından korunuyormuş. Kaleye şu anki giriş, daha sonra Haçlıları'ın eklediği bir geçişten giriliyor (soldaki köşeli kule Memlükler zamanında eklenmiş). Dik bir rampayla kalenin içine giriliyor; dönüşün ardından alçak savunma hattına ve duvarlar arasındaki boşluğa doğru dümdüz ilerliyorsunuz. Boşluğun sol yanına doğru birkaç uzun basamağın ardından aşağıya, banyolara doğru iniyorsunuz. Banyolardan sonraki ilk kulede bir kapının geride kalan izleri görülebiliyor. Bu kulenin dibinde kemerli ahırlar bulunuyor. Atların serbest kalıp başka yere kaçmasını engellemek için bağlandığı halkalar hala duvarlarda. Ahırların diğer yanında, dar bir geçidi aştıktan sonra tam ortasında kocaman bir sütun bulunan bir odaya geçiliyor. Sütunun üzerinde kazınmış yazılar var. Dar geçide geri döndüğünüzde, basamaklar sizi duvarın üzerine çıkarıyor. 1936 yılında restore edilen geniş bir yürüyüş yolu, uzun batı duvarını kaplayarak sizi iç kalenin avlusuna götürüyor. Bu arada, sıradışı Prenses Kulesi'nin dibindeki merdivenleri kullanıyorsunuz. Kalenin en görkemli binalarından biri üst avlu girişine bakıyor. Klasik Gotik tarzına sahip olan bu kemeraltı, Haçlı döneminin sonlarına doğru 13. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş. Hemen arkasında, ince kubbesiyle daha erken döneme ait olan Büyük Salon bulunuyor. Daha ilginç bir oda, bu salonun ilerisinde bulunuyor. 120 metre uzunluğundaki dönemeçli alanın sağ yanında bulunan 12 kuburuyla tuvalet olarak kullanılan bölgeyle, sol yanında bulunan bölüm de (ekmek fırını ve büyük genel fırınla) mutfak, kuyu ve ardiye (kocaman zeytinyağı küpleri insanın dikkatinden kaçmıyor) olarak kullanılmış. Kale işte burada hayat kazanıyor. Ardiye bölümlerinin ilerisindeki dev sütunlarla dolu alanın yemek salonu olarak kullanıldığı düşünülüyor. Avluya geri döndüğünüzde, gözünüze çarpan kubbeli küçük kilise, bir camiye dönüştürülmüş. Caminin yanındaki merdivenler, Prenses Kulesi'ne çıkıyor. Burası, kaleyi ziyarete gelenler için bir kahvehane/lokantaya dönüştürülmüş. Burada soğuk içeceklerin yanında Humus şarabı da içebiliyorsunuz. Yemek olarak da kebap, meze ve köfte arzu edenlere sunuluyor. Sarmal bir merdivenle düz terasa çıkabiliyorsunuz. Bulutların çok olmadığı bir gün, düzlüklerden ve tepelerin üzerinden Safita'yı görebiliyormuşsunuz. Üst katlara çıktığınızda, güneybatı köşesindeki yuvarlak kulenin, 1260 yılında yapılan bir eklemeyle yapılan Bey odasını içerdiği düşünülüyor. Kalenin en nefis süslere sahip penceresi bu odada bulunuyor.
